8 Eylül 2011 Perşembe

Limonlu Kek 4. Bölüm


4. Bölüm
Ucubeler Diyarı



''Dalga geçiyor olmalısın.''

Bella Swan, benim tatlı küçük -tamam asıl küçük olan benim itiraf ediyorum- çocukluk arkadaşım. Arada ngeçen 10 yıla rağmen hala eskisi gibiydi. Gözleri renk değiştirmişti ama kahverengi ona yakışmıştı. Hala beyaz tenli, hala kırılgandı. Millete şüpheyle bakan, yürürken hafifçe eğilen arkadaşım gözüme hep, her an kırılacakmış gibi gelirdi. Öyle savunmasızdı ki!

''Evangelina River Tyler.'' Tam ismimi söylerken gözlerine inanamazmış gibiydi. Ben de onun gibi şaşkınlıktan gözlerimi bile kıpırdatamıyordum. Bella. Benim Bella'm buradaydı. Tanrı'nın unutmuş olduğu buzane kasaba olan Forks'ta.

''Bella.'' Sesimi bulduğuma sevinmiştim. Onunda konuşacak bir ton şeyim vardı. Özlemimi gidermem gerekliydi. Sonra beni 10 yıl boyunca arayıp sormadığını hatırlayınca yüzüm asıldı. Aramıza derin bir soğukluk girmişti ama ben onu hiç unutmamıştım. Hala eskisi gibi görüyordum onu. Ağaç evimizin tepesinde yaprak ve çamurlardan turta yaparken o gülünç hali gibi.

Uzun bir sessizlik süregeldi. Bu durumdan rahatsız olmuştum. ''Saçların uzamış.'' dedim elimle saçlarını göstererek. Bütün kafeteryanın bize bakması sinirlerimi bozmuştu ve bu beni çok rahatsız etmişti. Bunun yüzünden sessizliği bozmak için aklıma gelen ilk şeyi söylemiştim. Tabi ki herkes bize bakardı. Yeni kız, diğer yeni kızı tanıyor, vhoa! bu çok büyük haber huh? Yeni dedikodu, yeni malzeme. Harika.

Bella benim bilmediğim bir espriye güler gibiydi. ''Son gördüğünden beri bir daha kestirdim.'' diyerek gülmeye devam etti. Ben de bu espriyi bilmesemde sırıttım ve içimdeki ona sarılma isteğini daha fazla bastıramadan ona sıkıca sarıldım.

Onu tekrar bulduğuma inanamıyordum. Artık yanlız hissetmiyordum. Artık beni anlayabilecek bir insanoğlunun yanımda olma düşüncesi hoşuma gidiyordu. Ufak çaplı bir çığlık atıp onların masasına oturdum. Bella'yı ne kadar da çok özlemiştim! O yanımda yokken yokluğu o kadar da çok acıtmıyordu fakat şimdi... Bunu onun yüzüne asla söyleyemezdim ama onu bulduğuma öyle sevinmiştim ki!

''Yani siz tanışıyorsunuz?'' dedi Jessica konuşmamızın tam ortasında. Bella öz geçmişimizi kısaca anlatırken ben de saatlerdir bize  bakan dörtlüye kötü kötü bakışlar yolluyordum.Dördü de bana bakıyor gibiydiler. Benim de onlara bkatığımı görmüyor gibi gözlerini benden ayırmadan birbirine fısır fısır bir şeyler anlatıyorlardı.

Öyle rahatsız edici bir topluluktu ki tüylerim ürperdi.

''Seninde dikkatini çektiler demek.'' dedi birisi dikkatimi dağıtarak. Gözlerimi yoğurt kafalıların masasından çekip benimle konuşmak için can atan tatlı kıza çevirdim. ''Jessica beni tanıtmadı.'' dedi çekinerek. Ardından elini uzattı. ''Ben Angela.'' Bu samimi ama bir o kadarda çekingen kızla tokalaşmalı mıydım bilemiyordum. Önceliğim rahatsızlığımı gidermemdi.

''Pekala Angela, sana bir şey sormam gerek.'' Dörtlünün masasına tekrar baktım. ''Bana şu yoğurt suratların kim olduğunu ve neden bana yiyecekmiş gibi baktıklarını söyler misin?'' Angela şaşkınca sırıttı. Cullenlar da sırıtıyordu. Ne? Daha önce kimse yoğurt suratlara yoğurt surak dememiş miydi? Anlaşılmaz düşüncemi düşününce ben de sırıttım.

''Eh, onlar Cullenlar.'' Masadaki herkes -Bella  da dahil- konuşmalarını bırakıp bize döndüler. Angela kızardı ve onları görmezden gelmeye çalışarak bana onların kim olduğunu ve nereden geldiklerini kısaca anlattı. O anlattıkça millet dikkat kesiliyor, millet dikkat kesilince Angela kızarıyor, Angela kızardıkça da ben ''Tanrım, bu kız Bella'Ya ne kadar da çok benziyor. Sinir bozucu!!'' diyerek iç çekiyordum. Eminim ikisi iyi anlaşıyordur, peh!

Bella'ya karşı olan kıskançlık dürtümle Angelayı arkadaşlık listemden sildim. Bu gidişte onunla çok atışacaktık. Harika. İlk günden bir düşman edindim bile.

Herkesin şu yoğurt suratların masasına hayranlıkla bakmasına akıl erdiremiyordum. Pekala uzakta olsalar bile güzel oldukları belli oluyordu ama... Hadi ama? Onlar okulun ışıldayan yıldızlarıydı, tamam. Ama bu kadar da dikkat çekmeleri çok mantıksızdı? Parlak oyuncu olmayı kim isterdi ki? Cullenlara acıyordum.

''Yoğurt suratları dikizlemeyi keser misiniz kızlar?'' dedim Angela, Jessica ve Bella'ya. Diğerleri pekte umurumda değildi çünkü. Bu kızlar benim arkadaşım olacaklarsa sümüklüğü bırakıp ciddi olmaları gerekti.

Jessica ukalaca sırıttı. ''Neden onlara yoğurt surat diyorsun?'' dedi. Düşünmeden cevap verdim. ''Çünkü onları ilk gödüğümde isimlerini bilmiyordum ve ben de onlara bu ismi verdim. Senin için problem olur mu büyük-kızıl-sümük?''

Şimdi masadaki herkes gülüyordu. Cullenlarla beraber. Aramızda neredeyse on tane masa vardı? Bizi nasıl duyuyorlardı bilmiyorum ama benimle iyi eğleniyor gibiydiler. Onlara aptal aptal sırıtarak kolamı kaldırdım ve sonra önüme döndüm. Şimdi de herkes bana bakıyordu. Ah, bu kasaba çok sıkıcıydı!

''Pekala Bells, buradan hemen gitmeliyiz, çünkü büyük bir patlama gerçekleşecek.'' dedim gülerek. Ona kısacaa şuradan s.ktir olup gitmezsek herkesin ağzının payını vereceğim ve ilk günden hiç arkadaşım kalmayacak dedim ve o da normal olarak beni anladı. Gülüşerek koridorda yürümeye başladık.

''Tamam yetti artık, neden yüzünü bu kadar astığını söyler misin?'' Bella'nın canının bir şeye sıkıldığını 49583859486 kilometre önceden de anlayabilirdim ama bu durum farklıydı. Farklı bir acı çekiyor gibiydi. Daha önce onda hiç görmediğim bir türden.

''Sana anlatacak bir sürü şeyim var, aptal bir şeyi sana anlatarak vakit kaybetmek istemiyorum.'' dedi sırıtmaya çalışarak. Tek kaşımı kaldırarak ona baktım. Ve sence ben bunu yedim mi bakışı fırlattım. İç çekti ve konuşmaya başladı.

''Bugün bir hafta oldu.'' dedi yere bakarak.
''Ne?'' dedim anlamayarak.
''Okula bugün tam bir haftadır gelmiyor. Onun için endişeleniyorum.'' Yüzünü yerden kaldırmıyordu.
''Kim? Neyden bahsediyorsun Bells, bi b.k anlamadım?'' Saçlarımı karıştırdım.

Tekrar iç çekti. ''Bak bu aslında çok karışık.'' dedi. Tanrım, bana anlatmaya çekinmesine inanamıyordum. Sonuçta ben onun en iyi arkadaşıydım. Bana anlatmayacaktı da, Angela'ya falan mı anlatacaktı. Ona kızgınca baktım. ''Çıkar ağzından şu baklayı, yoksa ben gelip alacağım.''

Ellerini havaya kaldırdı ve anlatmaya başladı. ''Cullenlardan biri. İsmi Edward. Daha onunla tanışmadan bana kötü davranmaya başladı ve... bak ben bilmiyorum. Bana kendimi kötü hissettirdi daha sonra da bir daha okula gelmedi. Bunun benim yüzümden olduğunu düşünüyorum sadece.'' dedi sıkıntıyla. Şu Edward Cullen nasıl bir tipit bilmiyorum ama arkadaşımı üzdüğü kesindi. Onunla konuşsam iyi olurdu. Çünkü böyle gidişte Bella kendini yiyip bitirecekti.

''Saçmalama Bells, onların hepsi ucubeye benziyor zaten.Seninle bir derdi yoktur eminim. Belki de parfümünü beğenmemiştir.'' dedim şakayla omzuna vurarak. Beraber gülüştük ve sonra bana sınıfımın yerine gösterdi. İsyanyolca dersi. Ah, harika.Müthiş eğleneceğim bir sınıf. İspanyolcam berbattır. Kendi kendime düşüncelerimle eğlenirken kolumu buz gibi bir el tuttu.

Nerden geldiğini şaşırdığım soğuklukla gözlerim sonuna kadar açıldı. Kolumu tutan kişiye baktım. Yoğurt suratlardan biriydi. Ufak tefek, diken saçlı bir kız. Gözleri odağını kaybetmiş gibi bana bakıyordu. Öyle korktum ki, bunu dile bile getiremedim.

''Geleceğin karanlık. Görebileceğim tek şey ölüm. Üzgünüm, buraya asla gelmemeliydin. Babanın yanına dön yeni kız.''

Ve sonra gitti. Bunları asla söylememeliydim üzgünüm, gibisinden bir şeyler zırvalayarak gitti. Kendimi öyle kötü hissettim ki bütün ders boyunca sadece o kızın dediklerini düşündüm. Geleceğin karanlık derken ne demek istiyordu? Hem ölümden de bahsetmişti. Tanrım, nereye düşmüştüm ben? Yoksa Forks kasabasının diğer ismi Ucubeler Diyarı mıydı? Oh, deliriyordum.

Unut gitsin Eve, hemen gidip yatağına yatmalısın ve yarının güzel bir gün olacağına inanıp uykuya dalmalısın. Ah, babamın söyledikleri bu kez işe yaramayacak gibiydi. Başımı sallayıp diğer sınıfa doğru ilerledim. Aptal Biyoloji dersi. Daha önceden okuduğum okulda bu konuları çoktan geçmiştik o yüzden sınıfta süper zeka gibi görünüyordum. Parmak kaldırmadan öğretmenin sorduğu bütün sorulara cevap veriyordum.

Bazıları bunu inir bozucu buluyor bazıları ise muhteşem olduğunu düşünüyordu. Ben mi? Ben ise sadece zaman kaybı olduğunu düşünüyordum. Ama isyan etmemem gerekliydi. Burada kalacaksam buraya ayak uydurmam gerekliydi. İç çekerek Bella'yı bulmaya çalıştım. Hiçbir yerde görünmüyor gibiydi. Kafeteryaya da inmeye üşeniyordum. Ona Edward Cullen'ın neye benzediğini soracaktım.

Sonuçta bu ucube benim arkadaşımın canını sıkmıştı ona gününü göstermem artık benim için farzdı. Sonra Bella'yı aramayı bırakıp Edward denen çocuğu aramaya başladım. Yoğurt suratları bulmak kolaydı fakat diğerlerine dikkatli bakmamıştım. O zaman koskoca okulda onu tasıl tanıyacaktım ki?

Edward Cullen, lanet olası şey. Nerelerdesin?

''Merhaba?'' dedi bir kez. Arkamı döndüğümde bronz saçlı, uzun boylu, bal rengi gözlü biriyle karşılaştım. Hem de iki üç santim ötemde. ''Hah, yoğurt surat 5.'' dedim. Bu Edward Cullen mıydı? Beni nasıl bulmuştu? Ya da ben onu nasıl bulmuştum?

Sivri dişlerini göstererek sırıttı. ''Beni çağırdığını duydum?'' dedi. Onu bu çağırmıştım? Sonra aklıma az önce düşündüğüm şey geldi. ''Sanırım sesli düşünmüş olmalıyım.'' dedim. Kafası karışmış gibiydi. Aldırmadım, hemen onunla konuşup Bella'yı bulmam lazımdı. Hakkını vermem gerek Bella, yakışıklı bir ucubeye aşık olmak tam da sana göre.

Edward'da benimle birlikte sırıttı. Şaşkın bir sırıtıştı bu. Sanki neler düşündüğümü görmüş ve bundan korkmuş gibi. ''Pekala yoğurt surat. Kısa ve öz sorunumu anlatıp buradan s.ktir olup gideceğim tamam mı?'' dedim. Ukalaca sırıtarak başını salladı. Nerden geldiğin bilmediğim yüzüne yumruk atma dürtüsünü son anda engelledim. Suratının tam ortasına geçirsem sorun olur muydu ki?

''Bella'yı üzüyorsun, senin ne tür bi ucube olduğunu bilmiyorum ama ondan uzak dur. Sizin gibileri çok gördüm ben. Beyaz dişler, güzel çarpık gülüş. Bella'ya asla çamur atmayacağını biliyorum. Bu yüzden onu umutlandırma. Git ve pembe lolipoplu kızlarla gününü gün et. '' dedim tek nefeste. Sırıtması genişledi ve bu beni daha çok rahatsız etti.

''Hey, ben Bella'yla eğlenmiyorum, beni yanlış anlama.'' dedi ciddi olmaya çalışarak.
''Oh, o zaman gecenin bir yarısı beyaz kıçında benim topuklu ayakkabımın izini gördüğünde sende beni yanlış anlama tatlım.'' dedim ve yapmacık bir gülücük yollayarak orayı terkettim.

Kalbim çok hızlı atıyordu. Fazlasıyla sinirliydim. Bütün bu öfke öyle fazlaydı ki, gözlerim halisünasyon görüyordu. Koridordaki ışıklar bir yanıp bir sönüyordu. Bir an bunu ben yaptım sandım fakat hepsi teker teker patlayınca korkudan bütün bu düşüncelerimi unuttum. Her an altıma kaçırabilirdim. Florosanların derdi neydi böyle? BENİ KORKUTMAK HOŞLARINA MI GİDİYORDU?

Teknik yardım geldiğinde bugünlük bu kadar maceranın yeterli olduğunu düşündüm. Hemen eve gitmem gerekliydi. Bir günde iki Cullen yeterince fazla gelmişti zaten. Bella'ya kısa bir mesaj yollayıp arabama bindim. Hala halisünasyon mu görüyordum yoksa gerçek miydi bilmiyordum ama dikiz aynasından baktığımda tüm Cullenların korkuyla okulun kapısından bana baktıklarını gördüğüme yemin edebilirdim.

İç çekerek eve doğru sürdüm. Yolda en sevdiğim şarkının nakarat kısmını söyleyerek kafamı dağıtmaya çalışıyordum.

Fuck the pain away.
Fuck the pain away.
Fuck the pain away
.

Eve geldiğimde annemle kısaca bir konuşma yapıp yorgun olduğumu söyledim. Yarın her şeyi ince ayrıntısına kadar anlatacağına söz verip yatağıma yattım. Geceleri neden bu kadar huysuz olduğumu bilmiyordum ama içimde bir sıkıntı vardı. Şu aptal Cullen'la görüştüğümden beri Bella için endişeleniyordum. Bella o çocuğa saçma bir şekilde ilgi duyuyordu ve bu hiç sağlıklı değildi. Cullen ucubesi arkadaşımı üzebilirdi ve bu da benim onun o beyaz kıçını tekmeleyeceğim anlamına gelirdi.

Bella'yla uzun süredir görüşmesekte onu tanırdım. Daha önce Mason -içim-bir-tuhaf-oldu hariç hiçbir erkeğe elini sürmeyen Bella bu garip Edward Cullen'dan hoşlanıyordu. Neresini seviyordu bilmiyordum. Edward denen çocuğu gördüğümde yüzüne bir yumruk atasım geliyordu. Bella hiç böyle hissetmemiş miydi? Pek sanmıyordum. Ona daha çok -gömleğinin-içine-birşey-düşmüşse-rahatlıkla-bakabilirim bakışları atıyordu.

Lanet olası ucube Cullenlar. Diken saçlı kız Alice'in buzane elleriyle yeterince şoka uğramamışım gibi bir de bronz saçlı Edward çıktı başıma. Beyaz suratlardan nefret ediyorum. Beyaz suratlardan nefret ediyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder