21 Ağustos 2011 Pazar



Görkemli Final
23110228

Sersemletici derecede de sıcak bir gündü.

Güneş tam tepede 32 iki diş sırıtıyor,  bulutlar arkada kaldıkları için homurdanıp duruyordu. Küçük kedi bodur ağaçlarla süslü olan çimlerin üzerinde cüssesinden büyük tavşanlarla fink atıyor, gençler de afan kediye bakıp gürültücü bir şekilde gülüyorlardı.

Bütün bunları dışarıdan yarım ağızla gülen River, karşısındaki orta yaşlardaki doktoru duymuyordu. River dikkatini doktordan başka her yere verebiliyordu. Doktorun zırvalarına tahammülü kalmamıştı artık. Neden kendini bir kamyonun altına atmıyordu ki? Eğer bunu beceremezse River'ın boynundaki şalı alıp boğulana kadar ağzında tutabilirdi.

Çenesini kapatsa yeterliydi.

''River beni dinlemiyorsun bile. Böyle yaparsan sana yardım edemem.'' River iç çekti. Dileklerinin yerine gelmemesi sıradan bir şey haline gelmişti artık. Tanrı benim yanımda değil, hiç olmadı.  ''Sana orada neler gördüğünü sormuştum.''

River'ın gülümseyen suratı asıldı ve gördüğü vahşeti hatırlayarak yüzünden bir dehşet dalgası geçti.Daha sonra hemen ifadesizleşti. Olanları hatırlamak istemiyorum. Bırakın, rahat edeyim. Bırakın, rahat edeyim.
 
Tepkileri 'her zaman ki' gibi, diye düşündü doktor. Ne zaman bu soruyu sorsam aynı tekiyi veriyor. Ya bana oyun oynuyor ya da gerçekten sorunu büyük. Nasıl olabilir? O daha küçücük bir çocuk. İmkansız. Bu imkansız.

Düşünmek istemese de aklından çıkmıyordu hiçbir görüntü River'ın. Her ceset, her çığlık hepsi aklındaydı. Sokaklar  ala boyanmıştı. Başka hiçbir renk yoktu. Evler, arabalar, sokak  lambaları, hepsi. Hepsi ala boyanmıştı. Sanki kırmızı favori renk gibiydi dünyada. Kırmızı vucutlar uyuyor gibi dizilmişti. Herkes huzurlu bir şekilde uyuyor gibi görünüyordu. Evlerin üzerinde noel süsleri gibi asılı duran insan artıkları olmasaydı, güzel bir kırmızı rüyaya benziyordu.

Doktor, ''River.'' dedi belki ellinci kez. İsmini defalarca tekrarladı. Fakat kız hiçbir tepki vermiyor, ormanlık alanın dışında kalan uzun demir kulelerin büyük camlarına yansıyan ışınların oynayışını seyrediyordu. Körler,diye düşündü River. Bu güzellikleri göremeyecek kadar körler.

Doktor tarafındansa her şey başka taraftaydı. Güneşin bugün cömertlik edip tüm ışığını ve ısısını dünyaya yollaması umurunda değildi. Kuşların o güzel seslerinin onlar için bir ninni gibi gelmesi önemli değildi. Geceleri ayın gelip arsızca güneşten çaldığı ışınları onlara sanki onunmuş gibi göndermesi önemli değildi.

Bütün bu güzellikler, doğanın o mükemmel dengesi. Tanrı'nın bu müthiş hediyesi, önemsiz, değersizdi.

''River.'' diyerek tekrarladı doktor. Fakat kız hala boş boş bakıyor, sanki ona seslenilmemiş gibi, sanki adı River değilmiş gibi robotumsu bir şekilde oturuyordu.

Doktor ise sabırsızdı. Sol eliyle yeni çıkmaya başlayan sarı sakallarıyla süslü çenesini ve iki eliyle ise tüm yüzü karıncalanmış gibi hissettiği için yüzünü sıvazladı. ''Sana diyorum River, beni duymuyor musun?''

River soru sanki ilk kez sorulmuş gibi irkildi ve gülümsedi. ''Elbette duyuyorum Dr. Song. Sadece olanları hatırlamak istemiyorum, o kadar.''

Dr Song işine bağlı bir adamdı. Henüz hamdı ve ne yazık ki River onun ilk hastasıydı. İki senedir River'ın hastalığını çözmek istiyordu fakat bir gün bile ilerleyememişti. Elle tutulabilir somut bir şey yoktu. Hala ilk gün başladığı yerdeydiler. Doktor iç geçirdi ve artık bunu bilimsel yöntemlerle ilerletmek istemediğine karar verdi.

''Beni dinlemelisin River.''

River'ın dikkati çabuk dağılıyordu. Fakat bir işe tam manasıyla konsantre olduğunda o işi mükemmelce gerçekleştirebiliyordu. Ve güzel haber: Doktor Song bunu biliyordu!

Ellerini River'in gözlerini odakladığı yere savurdu. River'ın gözleri doktorun ellerine daha sonra onun gözlerine ulaştı. Doktor River'ı iki kolundan tutup kendine doğru çevirdi. River'ı kendine bakması için zorluyor gibiydi.
 
İşte, diye düşündü Song.Sonunda bana odaklanabildi.
''Şimdi. Bana neler olduğunu anlat.'' dedi River'ı ikna etmeye çalışarak. River anlatmak istemiyordu. Gördüklerinin gerçekle bir bağlantısının olmaması için elinden geleni yapardı. ''Hayır efendim, anlatamam.'' dedi gözleri dolu bir şekilde. ''Anlatmalısın River, yoksa seni buradan kurtaramam.'' dedi. Ardından River'ın kollarını bıraktı ve ellerini tuttu. ''Buradan çıkmak istediğini biliyorum ve ancak bana anlatırsan sana yardım edebilirim.''

River buradan çıkmak istiyordu. Bu doğanın mücizevi güzelliğine dokunmak istiyordu. Sevgiyi, aşkı; hüznü, öfkeyi tatmak istiyordu. Fakat eğer anlatırsa bunlar bir şekilde gerçek olacaktı. Belki somut bir şekilde değildi ama anlattıkça gerçekliği anlam kazanacaktı.

Ama yinede buradan kurtulacaktı.

Değer mi, diye düşündü River.Bu güzellikte yaşamak, sonunda vahşi bir şekilde ölmeye değer mi?
Cevabını anlatmaya başlayarak vermiş oldu.

''Ben... Ben nerden başlayacağımı bilmiyorum efendim.'' dedi elmas gözlerini kırpıştırarak. Ağlamak istemiyordu ama kendine engel olamayacak gibiydi.

Doktor sonunda River'ın anlatmaya karar vermesinin çoşkusuyla konuştu. ''En başından canım. Bana en başından anlat.''

River derin bir nefes aldı. Doktorun ellerinin içindeki küçücük ellerini yumruk yaptı ve gözlerini kapattı. Orada bir kez daha bulunmak istemiyordu fakat, bunu yapmak zorunda gibi hissediyordu.

'' Çatlaklar vardı...'' dedi gözlerini hiç açmadan. ''Hayır, çatlak değildiler. Ah, Üzgünüm efendim. Onları adlandıramıyorum.'' dedi ve gözlerini korkuyla açtı. Doktor ellerini daha sıkı kavradı ve ona güven vermek için şefkatle baktı. ''Ben buradayım küçüğüm, yanındayım. Sadece ne gördüysen, onu anlat.'' dedi.

''İnsanlar ölüyordu. İsteyerek değil tabi. Gökten geldiler. Onlar. Onlar insanları alıp parça parça ediyorlardı. Daha sonrada evlerin üzerlerine artıklarını üflüyor gibiydiler. Her yerdeydiler. Öldürdüler. Öldürerek eğlendiler. Sessizlik vardı. Dünya sessizdi. Çünkü ses çıkarabilcek hiçbir varlık hayatta kalmamıştı. Annem beni... Ah, anneciğim. Anneciğim beni dolabıma kilitledi ve iyi olmam için dualar okudu. Ama o da biliyordu. Duaların beni kurtarmayacağını o da biliyordu.''

Durdu ve boğazındaki yumrunun geçmesini bekledi.

''Neydi onlar?'' dedi doktor çenesini tutamadan. ''Dünyayı cehenneme çevirenler. Neydi?''

River'ın kaşları çatıldı. ''Bilmiyorum efendim, biz onlara demir adam demiştik. '' Daha sonra anlatması gerektiğini hatırlayıp devam etti.

''Anneciğim... Onun ölümünü gördüm. O metal kalpli yaratığın onu kıymaya çevirip göğü onun kanıyla boyadığını gördüm. Sadece annem değildi ölen. Daha fazlası vardı. Fakat babam iyiydi. Babacığım. O iyiydi. O iyiydi. Dünya sallanıyordu. Demir adamlar gülüyordu. İnsanlar ağlıyordu. Babam beni korumka için dolabın önünde silahıyla bekliyordu. ''

''Daha sonra sessizlik oldu. Bitti, diye düşündüm. Artık geçti. İnsan ırkının soyu tükendi. Yanlızım. Babam yok. Anneciğim yok. Yanlızım. Kıyamette, o görkemli sonda yanlızım.

Beni de öldüreceklerini düşündüm fakat vazgeçtiler. Terkettiler dünyamızı. Beni yanlız başıma bırakarak gittiler. Onların arkasından bağırdım. Onları kışkırtmaya çalıştım.
 
Öldürün beni. Öldürün beni. Öldürün beni.

Dinlemediler. Sadece gittiler. Yanlız bir başıma sadece ölümü bekledim.''

Doktorun tüyleri ürpermişti. On yaşındaki bu küçük kızdan böyle korkunç bir şeyi uydurduğunu bekleyemezdi. Bir şeylerin gerçek olduğunu biliyordu. Bu kızın içindeki sessiz çığlıkları duyar gibiydi. Ona yardım etmek istiyordu. Artık zafer umurunda değildi.

''Bu bir savaş değildi efendim. Bu bir galibiyetti. İnsan ırkının basit galibiyeti. '' dedi River. ''Öyle umursamaz, öyle sığ beyinliydik ki!!''' diyerek devam etti sözlerine.

Konuşmak iyi gelmişti güzel River'a. İçini dökmek, bu cehennemi artık tek başına yaşamayacak olduğu bilmek, iyi gelmişti. Doktorun onun hakkında 'deli' diye düşündüğünü sanıyordu. Acınası kız, nasılda aciz? Nasılda yalnız...

Doktor beyninin öğrendiklerini idrak edebilmesini bekledi. Çok fazla bilgi vardı. Çok fazla... Kıyameti hiç düşünmemişti. Asla inançlı bir adam olmamıştı. Fakat şimdi bu öğrendikleri... çok fazlaydı. Çok fazla gelmişti.

Boğazını temizledi. Mantıklı olmalıydı. Mantıklı düşünmeliydi. Daha küçücük bir çocuk, Tanrım! ''Pekala River.'' diyebildi sadece. Ardından işine odaklanmaya çalıştı. Bir çözüm bulmalıydı fakat önce River'ı teşvik etmek için ona bir hediye vermeliydi.

''Bunları anlattığın için seninle gurur duyuyorum.'' dedi. Ardından River'ı güzel bahçede tavşanların olduğu yere götürdü. '' İstediğini alıp sevebilirsin. Senin gibi küçük kızları çok severler.'' dedi zoraki bir gülümsemeyle.

River güldü. Ve kar beyazı tavşanı eline aldı. Onun güzel beyaz tüylerini sevgiyle okşadı ve ardından çok kolay bir hareketle öldürdü güzel tavşanı. Doktor ne yapacağını bilemedi. Hemen ölü tavşanı River'ın elinden aldı ve uzağa fırlattı.

''Neden yaptın bunu River? Bu canilikti!'' dedi şaşkınlıkla. Oysa ilerlediklerini düşünüyordu doktor.  Herşeyin güzel olacağını...

''Ona yardım ettim efendim. Demir adamların onları öldürmesi daha acıklı olacaktı. Ben ona yardım ettim. '' dedi. Doktor hala şaşkındı. River daha önce hiç böyle bir tavır sergilememişti.

''Bunu bir daha tekrarlama lütfen.'' dedi ve onun yanına oturdu. ''Bu yanlış River, böyle yaparsan demir adamlardan bir farkın olmaz.'' River korkunç gözlerle doktora baktı. Ve sonra usulca başını salladı. Dünyada en son isteyeceği şeydi demir adamlar gibi olmak...

''Peki bana bu rakamların anlamını söyler misin?'' dedi River'ın birkaç hafta önce oyuncak bebeğinin cam gözlerini kırıp kolunu keserek yazdığı rakamları göstererek. 23110228 River iç çekti.

''Bu bir tarih efendim.'' dedi. Ardından doktorun anlamadığını gösteren bakışlarına cevap verdi. ''Bu, kıyametin tarihi.'' Doktor kıyametin ne zaman gerçekleştiğini görmek istiyor muydu? Bunu görebilecek kadar cesur muydu?

''Sondan başlıyor, yıl, ay, gün, diyerek.'' dedi River doktoru teşfik edercesine. Doktor merakına yenik düştü ve saymaya başladı. 2311 yılı, şubat ayının 28. günü. Şaşkınlıkla River'a baktı.

''Fakat bu bugün!'' dedi neredeyse bağırarak. River ise sadece gülümsedi ve gökyüzüne baktı. Ellerini havaya doğru açtı ve ilk yağmur damlasını bekledi.

''Yağmur yağıyor efendim.'' dedi boş bir ifadeyle. Doktor hala şaşkındı fakat yine de cevap verdi. ''Dışarıda güneş var River, yağmurun yağması imkansız.'' diyerek söylendi. Fakat ardından başına hızla düşen yağmur tanelerine bakınca gözlerini korkuyla açtı.

Bulutlar artık arkada kalmaktan çekinmiyordu. Aksine, güneşin önlerinde durmasına seviniyorlardı. Çünkü onlarda korkuyordu bu sondan. Çünkü onlarda korkuyordu sonun sadece hüsran olmasından

''Ama bu imkansız.'' dedi doktor gökyüzüne bakarak. Bir şimşek çaktı ve gök gürüldedi. River soğuk bir şekilde konuştu.

''İşte.'' dedi. ''İşte efendim, görkemli final başlıyor.''


----

pekala, bu benim korkunç bir rüyamdı. Yazmazsam ondan kurtulamayacağımı düşündüm. Ne derseniz, ne düşünürsünüz bilmem fakat beni çok yormuştu ve etkisinden hiç çıkamamıştım.

İyi okumalar efenim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder